Sokakta Yaşayamayanlar
Tek soru soralım ve uzun cevap alalım lütfen: “İhale neden hep hayvanlarda?” yoksa bu işin içinde başka bir şey mi var?
Peki siz bu konularda neler düşünüyorsunuz? Düşüncelerinizi kitapdedektifiyiz@gmail.com adresine mail veya Instagram.com/kitapdedektifiyiz adresine DM iletebilirsiniz.
Sürgünde bulunduğu dönemde Dostoyevski, hapishanedeki bir köpeği gözlemleyerek insan ilişkileri üzerine bir deney gerçekleştirir. Köpek, yanından geçen her mahkum tarafından tekmelenmesine rağmen kaçmaz ve hatta tekme pozisyonu alır. Dostoyevski, bir gün köpeğe yaklaşarak başını okşamaya çalıştığında ise köpek şaşkınlıkla bakar ve hızla uzaklaşarak acı acı havlar. Bu deneyim, köpeğin sürekli şiddete maruz kalması sonucu sevgi ve şefkati tehdit olarak algılamasına neden olmuştur. Köpek, o günden sonra Dostoyevski'den kaçar ve bir daha asla yaklaşmaz.
Edebiyat dünyasında da yazarlar, sadece hayvanların ve bireylerin değil, aynı zamanda toplumların ruh halini de yansıtma başarısını gösteriyor. Rus yazar Anton Çehov ile İranlı yazar Sadık Hidayet ile Yaşar Kemalin”Kuşlarda gitti” eserleri, yaşadıkları dönemin ve toplumlarının izlerini taşıyor. Her üç yazarın da hayvanları merkeze alarak yazdıkları hikayeler, toplumsal sıkıntıları, bireylerin çaresizliklerini, özgürlük arayışlarını ve hayvanların sorunlarını ustalıkla ele alıyor.
Önce Anton Çehov'un "Kaştanka" ve Sadık Hidayet'in "Aylak Köpek" hikayelerinden bahsedelim. Çehov'un "Kaştanka" hikayesi, sahibini kaybettikten sonra yeni bir hayata adapte olmaya çalışan bir köpeğin öyküsünü anlatırken, Hidayet'in "Aylak Köpek" hikayesindeki Pat ise baskı altındaki İran toplumunun acılarını, yalnızlığını ve çaresizliğini yansıtır. Bu iki hikaye, hayvanların maruz kaldığı zulmü gözler önüne sererken, köpekleri yaşadıkları toplumun birer yansıması olarak sunar. Aynı zamanda, toplumun baskıcı doğasına maruz kalan hayvanların acılarını da vurgular.
Çehov'un "Kaştanka" hikayesi nispeten hafif bir anlatıma sahipken, Hidayet'in "Aylak Köpek" hikayesi daha derin psikolojik katmanlara işaret ediyor. Bu iki yazarın benzerliklerini ve farklılıklarını, hikayelerindeki temaları ve köpeklerin sembolik anlamlarını inceleyerek, edebiyatın iki büyük ustasının bakış açılarını ve toplumsal eleştirilerini daha iyi anlayabiliriz.
Anton Çehov, Rus kökenli bir yazar. Eserleri genellikle Rusya'nın sosyal ve psikolojik yapısını yansıtırken. "Kaştanka" hikayesi, sahibinden ve onun kötü kalpli çocuğundan sürekli işkence gören bir köpeği konu alıyor. Hikayede Kaştanka, efendisinin alkolizmi ve ona karşı gösterdiği saldırganlıkla mücadele ediyor. Buna rağmen onu efendisi olarak gördüğü için ona yaptıkları kötü muameleyi görmezden geliyor. Efendisi diye düşündüğü kişi bir marangoz ve yaptığı ürünleri satmak için merkeze onunla beraber gittikleri bir gün sahibini kaybeder. Böylelikle kaybolmuş ve yeni bir hayata tutunmaya çalışan Kaştanka, farklı ortamlarda ve farklı sahiplerle karşılaşarak insanlığın çeşitli yönlerini gözler önüne sermeye başlıyor. Bazen sevecenlik ve şefkatle muamele görürken, bazen de zulüm ve ihmal ile karşı karşıya kalıyor. Bu durum, Kaştanka'nın masum bakış açısıyla, insanların bencil ve çıkarcı olabildiklerini, hayvanları ise sadece birer nesne olarak gördüklerini gösteriyor. Sonunda ona iyi davranan bir palyaçoluk yapan biri tarafından evlat ediniyor. Ancak eski sahibiyle bir gün karşılaşınca tekrar eski sahibine geri dönüyor.
Sadık Hidayet ise İran kültürüne ve ülkesine ait bir yazar. "Aylak Köpek" hikayesindeki Pat adlı köpek, İran'daki baskıcı ortamda insanların çektiği acıları ve sürekli dışlanma hissini temsil ediyor. Pat "Aylak Köpek" hikayesinde, İran toplumunun baskıcı atmosferini ve bu atmosferin yarattığı yalnızlık ve çaresizliği sembolize ediyor. Sokaklarda amaçsızca dolaşan Pat, insanların acımasızlığı ve ilgisizliği ile karşı karşıya kalıyor. Bu durum, sadece Pat'in değil, toplumdaki tüm ezilen ve dışlanmış kesimler için de bir metafor haline geliyor. Pat, uzun süre verdiği yaşam mücadelesinde en sonunda gücü tükeniyor ve uçsuz bucaksız bir çayıra gidip ölümü beklemeye başlıyor.
Bu iki hikayede köpekler, yaşadıkları toplumu yansıtarak hem toplumsal eleştirilerde bulunuyor hem de hayvan hakları konusunda önemli bir mesaj veriyorlar. Çünkü doğal yaşamlarından uzaklaştırılan ve evcilleştirilen bu hayvanlar, insanların toplumsal ve psikolojik bir yansıması ve parçası olarak karşımıza çıkıyor. İnsanların sıkıntılarına metaforik bir bakış sunarken artık insanların bir parçası olan bu hayvanların yaşadıkları sıkıntıları da gözler önüne seriyor. Çünkü Çarlık Rusya'sında ve İran'da yaşanan baskılar, dolaylı yoldan bu hikayeler aracılığıyla anlatılmakta.
İnsanlık öldü mü?" dedim.
"Yok," dedi, "ölmedi, ölmedi ama, bir şeyler oldu, başka bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde."
"Nerede kaldı acaba?"
"Kuşlar da gitti," dedi Mahmut.
Ne olacak, kuşlar da gitti."
Baskı Dükkanımızı Ziyaret Ettiniz mi?
Tarzını yansıtan kanvas çantalar, ders notlarını renklendiren defterler, telefonunu koruyan havalı kılıflar, daha neler neler! Üstelik hepsi senin istediğin gibi, kişiye özel! Sevdiklerin için unutulmaz hediyeler, kendin içinse vazgeçemeyeceğin eşyalar. Hayalindeki tasarımları gerçeğe dönüştürüyoruz. Oversize sweatshirtler, rengarenk kupalar, esprili tişörtler... Seni bekleyen onlarca ürünle tarzını konuşturmanın tam zamanı! #farklıol #kendinikat
Var olan ürünlerimiz ve kişisel özel sipariş vermek için aşağıdaki linke tıkmanız yeterli!
https://www.voxvil.com/kitapdedektifiyiz
Yaşar Kemal'in "Kuşlar Da Gitti" adlı kitabı, bu zamanın şartları doğrultusunda günlerce “kuş avlanmaları” gibi büyük bir sorunu sorgulamamıza sebep olurken paralelinde çocukların aslında kuşları öldürmek için avlamadığını, onları yaşatmak için yakaladıklarını görüyoruz. Öyle bir yaşamak ki, Nazım Hikmet'in "Yaşamak güzel şey kardeşim" sözünü çocuklar "Azat buzat beni Cennet kapısında gözet" sözüyle pratiğe döküyorlar. Sanki bize “şafaktan gün doğumuna, Nazım Hikmet'ten Yaşar Kemal'e kadar bir tuhaf zaman türküsü söylüyorlar”. Yok olan bir Osmanlı geleneği olan Azat buzatçılığın günahlarının affedileceği inancıyla insanların esir azat ettiklerini, yapamayanların ise kuş satın alarak azat ettiklerini bu rütüelede adak kuşları denidiğini gösteriyor. Yaşar Kemal bizi tezat bir duruma düşürüyor.
Kitapta kuş avcılığı ile kuşları yakalamak isteyen çocukları görünür kılmaya çalışırken kontrolsüz sanayileşmenin ve kentleşmenin insanlara, doğaya ve hayvanlara verdiği zararları da gün yüzüne çıkarmaya çalışıyor. Kuşların ve çocukların bu birbirine benzer halleri, kitapta okuyucuyu bir yönüyle varoluşun, var olmak istemenin yazıya dönüşmeden önce hepimize tek tek nasıl uğradığını gösteriyor. Öyle ki varoluşumuz sanki bunun üzerine kurulu. Nasıl ki kuşlar kafeslere sıkış tepiş hapsedilmişse, çocuklar da yaşamlarının ilgisizliğine, bilgisizliğine, sevgisizliğine ve eğitimsizliğine öylece sıkış tepiş terkedilmiş durumda. Bu çocukların çoğu da sonunda suça, yolsuzluğa ve hırsızlığa bulaşıyor. Maalesef ki geriye kuşların, köpeklerin sokak çocuklarının, çocuklarımızın kötü bir kadere dönüşen ömürleri kalıyor.
“Cehennem yerinde hiç ateş yoktur. Herkes ateşini buradan götürür.” sözü Yaşar Kemal'in "Kuşlar Da Gitti" kitabının sonunda da anlatıcı ile tekrar görünür bir hale geliyor. “Kurumuş çimenlerin üstüne bir tek uzanmış gitmiş, mavi çadır dikeninin dibine baştan ayağa küçücük sümüklüböcek sıvanmış gövdesi yüksekliğinde kuş başları yığılmıştı. Yüzlerce. Ve kesik gözleri açık solmuş başlara sarıca karıncalar dolmuştu. Yüreğim cız etti.”
Çocuklar, dürüst bir hayat yaşama isteğinin içinde silindikçe çaresizlikten kafesteki kuşları yemek zorunda kalıyor. Geriye kalan son kıvılcımın sönmesi ile de çocuklar insanlıklarını yitiriyor ve sonunda kenti terk ediyorlar. Hem hayvanların hem çocukların yok olup gittiği koca koca şehirlerde herşey çok kısa sürede kayboluyor. Bu durumda insan kendisine sormadan edemiyor: İnsanlığın nihai amacı ne? Belki de kendimize dert etmemiz ve yüzleşmemiz gereken büyük bir meselemiz var.
Canavar hikayelerinde de genellikle bir hayvana benzeyen karakterler daha çok yer buluyor. Bu hikayelerde ya daha fazla ya da daha az cinsiyetçi ve ırkçı bir versiyonuna hep rastlıyoruz. King Kong filmide bizi bu dünyaya çeken birçok hikayeden biri. Evet diğer versiyonlarına göre daha az rahatsız edici ama diğer versiyonları kadar da öteki gibi. Beslendikleri geçmişe şöyle bir baktığımızda hep aynı yerlerden beslendiklerini görüyoruz.
1913'te, Fransız sinema öncüsü Victorin-Hippolyte Jasset, Gaston Leroux'un aynı adlı kitabından uyarlanan, sessiz kısa filmi "Balaoo"yu yaptığı bu kitapta ve filmde bilim insanının alımlı (tamamen insan olan) kızına aşık olan bir insan-maymun melezi ortaya çıkıyor. İlginçtir ki, “Balaoo” ve onun iki Amerikan yeniden yapımı, 1927 yapımı “The Wizard” ve 1942 yapımı “Dr. Renault'nun Sırrı” ( YouTube ), tıpkı Pierre Boulle'un 1963 tarihli romanından uyarlanan Franklin J. Schaffner'in 1968 tarihli filmi “Maymunlar Gezegeni” gibi bir Fransız'ın kitabına dayanıyordu. İnsan-maymun ortak yaşamını konu alan bilinen filmlerin hepsi kaderin garip bir cilvesi içinde Fransa'dan ithal edilmişti. Bu noktada karşımıza Güzel ve Çirkin masalı çıkıyor. Fransızca adı “La Belle et la Bête” yani Güzel ile Canavar anlamına gelen bir masal bu. Fransız romancı Gabrielle-Suzanne Barbot de Villeneuve tarafından yazılmış ve 1740'ta La Jeune Américaine et les contes marins'de (Genç Amerikalı ve Deniz Masalları) yayımlanmış geleneksel masallardan biri. Orjinal La Belle et la Bête hikayesi Güzel ve Çirkin masalının bilinen en eski çeşidi olarak biliniyor. Böylelikle Orijinal "Güzel ve Çirkin" hikaye unsurları "Balaoo"ya ve onun yeniden yapımlarına da nüfuz ediyor; bu sayede maymun adam iğrençliğinin güzel sarışın bir genç kıza duyduğu tabu özlemi, onun nihai kurtuluşunun aracı oluyor. Bu trajik ve ironik hikaye akışı, en ünlü maymun temsilcisini yani 1933 yapımı Merian C. Cooper'ın “King Kong”unda ve onun iki doğrudan yeniden yapımı olan, 1976'da Dino De Laurentiis yapımı olan ve Jessica Lange'ın titreyen Güzel olarak Faye Wray'in yerini aldığı Schlocky(1973) versiyonunda yer buluyor. Canavar'ın kudretli avucunda ve Peter Jackson'ın 2005'te Naomi Watts'ın Kong'un daha alıngan, yeni milenyum tehdidi/sevgili rolünde oynadığı film. Ancak Jackson'ın Kong'u hikayenin daha az cinsiyetçi ve daha az ırkçı bir versiyonunu boyut açısından denemedi. Aynı zamanda takım elbiseli adam ve animatronik efektlerden uzaklaşan ve yalnızca daha etkileyici akrobasi gösterileri ve çekimler yapmakla kalmayıp aynı zamanda hayvanın yüzünde daha geniş bir antropomorfik ifade yelpazesi sağlayan hareket yakalama teknolojisini kullanan ilk kişi oldu.
Tam bu noktada insanın hayvandan ne gibi farkı olabilir diye düşünmeden edemiyoruz. Metafor deyip geçemeyeceğimiz bu benzer hale tesadüf mü diyeceğiz yoksa daha ağır bir cevap mı vereceğiz? Yoksa insan, kendinden başka canlıyı doğada istemiyor mu? İstemediği canlıyla birlikte olamadığı sürece belki Kingkong gibi bir sahne olamaz ancak Maymunlar cehennemi gibi bir şey gerçekleşebilir. Ki bu konuda belirli grup maymun kabilelerinin alet yontmaya başladığı biliniyor.
Bu kadar sevgiden bahseden bir yazı nasıl olur da şiddeti savunur gibi konuşur diye düşünebilirsiniz. Hayır bayım. Şiddeti savunmuyoruz. Aklı başına gelmeyen insanlığın başına gelecekleri için uyarıyoruz. Düşman farklı türler değil, kendi kendinin türü. Sonucu ağır olacaktır. Bugün yahut yarın. Hiç fark etmez.
Evet, Elon Musk kadar paramız yok. Ama elimizde tutku, inanç ve 200'den fazla özgün içerik var. Peki ya sen?
5 yılı aşkın süredir, bağımsız bir platform olarak varlığımızı sürdürüyoruz ve tek amacımız: Kültür ve sanatın ışığını her köşeye yaymak!
Podcastlerimizde, YouTube videolarımızda ve web sitemizde bu ışığı yakmak için durmadan çalışıyoruz. Peki sen ne yapıyorsun?
Unutma: Küçük katkılar bile büyük değişimlere yol açabilir.
Nasıl mı?
Patreon'da bize maddi destekte bulunabilirsin! Dilersen 5 TL, dilersen daha fazla...
https://www.patreon.com/kitapdedektifiyiz
Bizi takip edebilirsiniz
www.youtube.com/kitapdedektifiyiz
www.open.spotify.com/show/3GgUVOFgQH2ysgcTJb14sG
KAYIP ANAHTAR
İnsanı diğer canlılardan ayıran nedir dediğimizde ilk akla gelen bilinç olsa da aslında bu bilinci kullanmayı becerebilme yetisini bu tanıma eklesek yanlış yapmayız. Bu özelliğin sürekli olarak başını belaya soktuğunu ve ona yük olduğunu söylüyoruz. Bu yüklerden bir tanesi de kendini Dünya’nın yani hakimiyet kurduğu gezegenin merkezinde düşünmesi. Dolayısıyla kendi türüne yaptığı işkenceler bir tarafa aynı zamanda da başka türlere de bu işkenceleri de sürdürmekte. Bunun sebebi malum, doğadan kopamadan doğadan koptuğunu sanması; Evet, onlarca kere söylediğimiz gibi yani.
Sert yerden girelim. Diğer canlılar ile dost olmamız gerektiğinden bahsediliyor. Maalesef bu durum olasılıksız. Çünkü dostluk tek taraflı olmuyor yahut olamaz. Bununla birlikte insan henüz kendi türüne bile vahşice davranırken başka türe iyi davranması da beklenemez. Ama bu yaptığının doğru olduğu anlamına gelmiyor. O kadar ki bu konu tartışmaya kesinlikle kapalı.
Peki bunu nasıl söyleyebiliriz? Çünkü, bilinç diyalektiktir. Aynı doğa gibi. Yahut daha da büyük düşünelim; Evren gibi. Dolayısıyla çözümün anahtarı da bilinci iyi yahut kötü kullansa da yine insanda. Tam beklenildiği gibi. Güç onda. Ve fakat, güç zehirlenmesi ve zihnini ne kadar verimli kullandığı soru işareti.
Hayvanat bahçeleri neden var diye bir soru sorulduğunda geçmişte köle bahçelerinin kurulmasının temel sebebiyle aynı. Peki insanlar için var olan hapishaneler neden var? Çünkü ıslah edilmek için. Neye karşı? Norm kurallarına uyulmadığı için. Buraya kadar nispeten haklı görülebilecek düzen, hapse girilmeden aynı muameleyi gördürüyorsa onu var eden sahibine, o zaman bir yerde yanlış olması bir yana başka türe canice davranması şaşılacak bir şey değildir. Kendi yaşayamadığı gezegeni başka bir canlıya hak görmeyen insan, iktidarının zayıflığını doğadaki başka türlerden çıkartmaya çalışmakta.
İnsan anahtarını kaybedeli çok oldu desek anahtarın geçmişte var olduğundan bahsetmiş oluruz. Ancak durum hiçte böyle değil; Anahtar hiç var olmadı.
İşin aslına gelelim bilinen ilk hayvan evcilleştirilmesi nedir diye bir soruya cevap vermek oldukça güç. Buna rağmen üç isim sayabiliriz: At, köpek ve kedi. Ki kediler halen evcilleştirildiği pek söylenemez. At’ı hızlı gitmemiz için, köpeği özel mülkümüzü koruması için, kediyi de fareler için – ki bu konuda diğerlerinden farklı olarak insanlar bir şey yapmadı ve kendi kendilerine ambarları korudular – insanlar evcilleştirildi.
Ama ne olduysa ondan sonra oldu. Çünkü zihin yine devreye girdi ve insanın zihni bir çıkarı uğruna beslediği hayvan ile duygusal bağ kurmasına sebebiyet verdi. Üstelik kedi gibi sadece kendini düşündüğü bilinen bir hayvanla bile bunu sürdürmeye devam etti. Her şeyin bir bedeli oldu ve hayvanı yanına alan insan, onu bir yönüyle tutsak etmiş oldu. Tutsak etmese ölecekti. Ama tutsak ettiği için de özgürlüğünden oldu. Hangisini tercih edeceğini çok düşünmedi insan, bunun yerine onun sevgisinden beslenmeye karar verdi. Bundan sonra da bu hayvanların yavruları oldu. Yavrular, avlanmayı bilmiyordu. Doğada değillerdi artık. Lakin genleri halen doğayı istiyordu. Bunu sadece insan bilinci biliyordu.
Bu duruma en iyi örneklerden biri Madagaskar isimli animasyon filmi. Söz konusu film, hayvanat bahçesinden kaçmaya çalışan ve yanlış bir kargo ile tam da kaçmaya çalıştıkları sırada kendilerini Madagaskar adasında hayvanların bulmasıyla başlıyor. Başlangıçta özgür oldukları için çok sevinen hayvanlar, daha sonra açlıkla yüz yüze gelirler. Sonuçta hayvanat bahçesinde yemekleri hiç avlanma yapmadan önlerine gelirken burada vahşi doğa ile baş başalardır. O kadar ki baş karakterimiz aslan, arkadaşlarını yemeyi bile düşündüğü için kendini ormanın derinlerine hapsetmeye çalışır. Ne kadar da diyalektik öyle.
Diyalektik demişken, ikinci bir kısa filmi önerelim. Senaryo ve yönetmenliğini Özgür Akın Oto’nun yaptığı Vicdanın İki Yüzü ( Kedi Ve Kuş ) filmi. Özgürlük nedir kavramını kuş ve kedi üzerinden çarpıcı olarak çıkmaz içinde günümüz üzerinden açıklıyor.
Filmleri izlerken anahtarın ortaya çıkıp çıkmayacağı üzerine düşünebiliriz.
Ufak Öneriler
· Pazar Sohbeti: Felsefe Hangi Bölümlere Ayrılır?
· Hayırsız Ada’daki O Yavru Köpek
Bültenimizin Geleceğini Siz Şekillendirin!
Bir sonraki bültenimizde hangi konuları görmek istediğinizi bize iletin! İlgi alanlarınıza ve merak ettiklerinize en uygun içerikleri sunabilmemiz için geri bildiriminiz çok önemli.
Hemen aşağıdaki linke tıklayarak kısa ve kolay anketimizi doldurun. Böylece bültenimizi sizin için daha da değerli hale getirelim!
👉 [Form linki] 👈
Unutmayın, sizin görüşleriniz bizim için çok değerli!